23 Mayıs 2008 Cuma


YÖREMİZDEN BİR MASAL:

KANGALLARIN TANIKLIĞI

Gülnar ve Aydıncık yöresinde kangal adıyla da bilinen kenger, 20-50 cm yükseklikte, uzun yaprakları girintili çıkıntılı, dikenli, sütlü ve otsu bir bitkidir. Belirli bir rakımdan sonra özellikle de yaylalarda, ekin ve nohut tarlalarında, taşlık arazide yetişir. Baharda kökü sökülür, soyulup yenir. Bu taze köke de soğalak ya da soğuluk denir. Kenger kökünden ayrıca sakız da elde edilir. Meyveleri kavrulur, ezilerek toz haline getirilir ve kahve yapılır.

Poyraz, yazın kuruyan kengeri önce söker, yerde yuvarlar sonra da alıp havaya savurur. Taşeli yöresinde yaşayıp da toz bulutları arasında uçuşan kangalları görmeyen sanırım yoktur.

Yöremizde kangalla ilgili bir de masal anlatılır:

Yeni evli bir çift, ekin dererken yorulur ve bir ağaç dibine dinlenmeye çekilir. Bu arada esen güçlü bir yel, katar önüne bir iki kangalı. Adam, toz bulutları arasında sağa sola uçuşan kengerleri görünce, basar kahkahayı. İşte o zaman dile gelir kangalların tanıklığı:

Yıllar önce, aynı köyden biri evli diğeri bekar iki kişi, iş umuduyla, yorganları sırtlarında, azıkları ellerinde, tutarlar kentin yolunu. Önce inşaat işçiliği yaparlar sonra da çeşitli yerlerde çalışırlar. Evli olanı az yer, çok çalışır ve para biriktirme çabası içindedir. Diğeri ise, kazandığını sokak kadınlarıyla yer içer. Tüm kışı zor koşullarda kentte geçirirler.

Yaz ortası köye dönmeye karar verirler. Yolda ıssız bir yere gelince, bekar köylü, arkadaşının parasına diker gözünü ve çeker bıçağını yürür üstüne. Tam o sırada, birkaç kangal uçuşmaya başlar. “ Beni öldürürsen, kangallar şahit olur,” diyen yoldaşını bıçaklayıp öldürür, parasını da alıp cebine koyar.

Köye varınca, arkadaşının nerede olduğunu ve niçin gelmediğini soranlara da, şehre vardıktan bir süre sonra yollarının ayrıldığını ve onu bir daha görmediğini söyler. Günler, haftalar, aylar geçer. Ölen adamın karısı huzursuzdur ama yapacak bir şey de gelmez elinden. Bekler durur çaresiz kocasının yolunu.

Köye parayla dönen adam, verimli bir tarla satın alır. Ayrıca cebinde parası da vardır artık. Mal alıp satmaya başlar. Parasına para katar; belini doğrultur. Aradan birkaç yıl daha geçer. Kocasından umudunu kesen kadın da döner babasının evine.

Köyün yeni zengini, kadını istetir. Nikahlanıp evlenirler. Mutlu bir yaşamın eşiğindedirler. Tarlalarını ekip dikerler. Yaz gelince, ekin dermeye giderler.

Bir gün, kızıl güneşin altında orak sallamaktan yorulurlar. Bir ağacın gölgesinde dinlenirlerken, havalanan kangalları gören adam güler ve “ Hani kangallar şahit olacaktı?” der. Karısı neden güldüğünü ve bu sözün ne anlama geldiğini sorunca da, anlatır olup biteni.

Gün batınca, evlerine dönerler. Yemekten sonra adam kahveye, karısı ise eski kayınının evine gider. Anlatır ona kocasından duyduklarını.

O akşam iki el tabanca sesi yankılanır köy kahvesinde...

AYÇEV

Hiç yorum yok: